ANA SAYFA | | | ATATÜRK'ün YAZDIKLARI | | | ATATÜRK'ün Konuşmaları | | | SERBEST MAKALELER | | | Atatürk Fotoğrafları | | | Hadislerde Türkler | | | Bana Ulaşın |
ATATÜRK'ÜN ELYAZISIYLA MUHAMMED
VE İSLAMİYET
ARAPLAR-MUHAMMED ARAP
İMPARATORLUKLARI
MUHAMMEDİN MENŞEİ
Muhammedin aile ve
atalarına ait bütün malumat tarihi olmaktan ziyade efsanevidir. Peygamber zamanında
bir malumat yoktu; bunlar sonradan icat olunmuştur.
Arapların aile şecerelerinin tutulması usulü halife Ömer
zamanında başlamıştır. Bu usul bir takım düzme şecerelerin uydurulmasına
yol açtı. Hakikatte, Muhammedin menşei hakkında pek az şey bilinmiştir, o kadar ki
onun asıl ismi dahi malum olmamıştır; Muhammed peygamberin ismi değil lakabıydı.
Peygamberin cetleri hakkındaki malumat dahi tarihi
vesikalara uymaz. Araplar, peygamberin İbrahim neslinden geldiğini ispata çalıştılar;
Araplar bu suretle bütün Arap ırkının yüksek necabet sahibi olduğunu ispat etmek
hevesinde idiler.
Muhammed kendisi hiçbir zaman asalet şerefi iddiasına
kalkışmamıştır. O, boş teferruata ehemmiyet vermezdi; gayesine doğru tereddütsüz
yürür ameli bir adamdı.
Muhammed, hiçbir zaman bir asalet hücceti istemedi;
damarlarında İbrani nebilerinin canı dolaştığını iddia etmedi; bilakis gerek
kendisinin gerek ana babasının fakir halleriyle iftihar etti.
Bütün mehazlar bize, Muhammedin babası olmak
üzere Abdülmuttalip oğlu Abdulla namında bir zatı gösterir. Anasının da adını
Emine olarak tespit ederler.
Muhammed dünyaya gelmeden evvel, babası ölmüştür.
Emine de, çocuğu altı yaşında yetim bırakmıştır. Muhammed dedesi Abdülmuttalip
yanında kaldı.Dedesi öldükten sonra da amcası Ebutalip'in himayesine girdi.Ebutalip
çok fakir ve ailesi de kalabalıktı. Muhammed, maişetini temin için gençliğinde
çobanlık etti.
Muhammed 25 yaşında iken Hatice isminde 40
yaşında zengin bir dul kadınla evlendi; daha evvel onun hizmetine girmiş develerine ve
ticaret işlerine bakıyordu.
Bu verdiğimiz malumat, öteden beri verile gelmekte
olan malumattır.Ancak, bu hususta bilgimizi, tarih çerçevesine sokabilmek için şu
noktalara dikkat celp etmek lazımdır; Muhammedin Abdulla ismini taşıdığına dair söylenen
sözler kati değildir.Abdulla ismi, Muhammet’ten evvel adeta meçhuldü. İslamiyet’ten
evvel herhangi bir mabuda nispetle Abdullat, Zeydullat gibi isimler vardı; bu isimler
İslamiyet devrinde Abdullah, Zeydullah yapıldı.
Ananenin bize Muhammedin dedesi olmak üzere
gösterdiği Abdulmuttalip'in dahi, hakiki dedesi olduğu hakkında tarihi vesika yoktur.
Bu mülahazalardan sonra Muhammed'in menşei
hakkında söylenebilecek şudur: Muhammed, fakir bir menşeden gelmiştir; pek küçük
yaşında anasız,babasız kalmıştır; Abdulmuttalip ailesi ve bilhassa Ebutalip
tarafından bir şefkat hissile kabul ve himaye edilmiştir. Peygambere verilmiş olan
Muhammed lakabı, ölmüş babasının ismini kullanmaya lüzum bırakmıyordu.
MUHAMMED'İN PELGAMBERLİĞİ
Muhammed'in
peygamberlik vazifesine nasıl başladığını izah etmek en nazik ve en müşkül
meseledir.Muhammed’in bir melek ile ve Allah ile hakikaten konuşmuş olduğu kanaatinde
bulunanlar olduğu gibi, Muhammed'in, isteyerek böyle söylediğini de ileri sürenler
olmuştur.
Bu faraziyeleri bir tarafa bırakmak ve meseleyi ilim
ve mantık çerçevesi içinde müteala etmek daha doğru olur. Kuran'da öğrendiğimize
göre, Muhammed hiç değişmeden yaşamış bir insan değildi; oda hayat ve
hadiselerin zaruri icapları karşısında adeta her gün değişmiştir. Muhammed, iptida
allahın resulüyüm diye ortaya çıkmamıştır; bunu düşünmemiştir. Bu düşünce,
senelerce mücadele ettikten ve fikirlerini neşreyledikten sonra kendisinde hasıl
olmuştur.
Asıl meselenin hal noktası şuradadır: Bütün
iptidai kavimlerde olduğu gibi Araplarda da, şairlerin akıl erdirmedikleri kuvvetlerden
ilham aldıklarına inanılırdı. Bu kuvvetler Araplar için Cinler idi. Cinler, güya
kahinlere de gaipten haber vermek kudretini ilham ederdi. Bu nevi itikatlar Arabistan'da
her zaman o kadar canlı ve derin olmuştur ki Muhammed dahi cinlerin vücuduna samimi
olarak inanmıştır.
Hakikaten cinlerin şairlere şiir ilham
ittiğine kani idi. Muhammed'in İsa ve Musa dinlerine dair öğrendikleri de bu
itikadını kuvvetlendirmiştir. İsa'ya atfolunan mucizelerin çoğu cinleri tardetmekten
ibarettir. Muhammed dahi bütün cinleri habis ruhlar gibi telakki etti. Ve onları
şeytanlarla bir tuttu.
Fakat Muhammed diğer taraftan tabiat
fevkinde bir kuvvetin ilhamlarına maruz kaldığına inandı. Muhammed ilhamlarını
cinlerden almadığı ve fakat cinlerden yüksek olan allahtan aldığını söyler. Bu sebeple Kuran ayetlerinin manzum değil mensur
olduğunu delil gösterir.
Muhammed başlangıçta her halde şedit
bir heyecana maruz oldu. Bir takım dini endişeler ve vicdani mülahazalarla samimi
surette üzüldü. Muhammed namuskar, samimi ve menfaat fikrinden ari olarak ortaya
atıldı. Onun gayesi ırkdaşlarının ahlak ve dinini ıslah etmekti.
İLK VAHİY
Muhammed'in peygamberliğinin başlangıcına dair
bir çok eski rivayet vardır. Bunlar artık efsanelere karışmıştır. Hakikatte
peygamberin ilk söylediği Kuran ayetinin ne olduğu malum ve belki de mazbut
değildir.Kuran sureleri Muhammed'e açık semada peyda olmuş bir şimşek gibi günün
birinde, birdenbire bir taraftan inmiş değillerdir. Muhammed'in beyan ettiği sureler
uzun bir devirde dini tefekkürlerinin mahsulü olmuştur. Muhammed bu surelere birçok
çalıştıktan ve tetkikler yaptık tan sonra edebi bir şekil vermiştir. Mama fi
kendisini tahrik eden batıni amilin yukarda söylediğimiz gibi tabiatın üstünde bir
vücut olduğuna kani idi.
Muhammed'İ harekete geçiren bir amil
samimi heyecanlar olmuştur. Muhammed daha sonra irticalen dini hitabede bulunan bir vaiz
oldu. Vaizlikten nebiliğe, nebilikten de nihayet allahın resulü haline geçti.
İçinde yaşadığı insanların manevi
menfaati için ve büyük bir hakikat namına mücadeleye atılmış olan Muhammed,
sonunda dini bir imparatorluğun mutlak reisi ve bütün dünyaya hakim olmak iddiasını
besleyen muharip bir dinin müessisi sıfatı ile ömrünü bitirdi. Bu iki netice münhasıran
Muhammed in kendi manevi ve fikri kuvvetinin mahsulü idi.
Muhammed'in neşrettiği din, insanların
kalplerinde derin bir ihtizaz uyandırdı. O ölüp gittiği halde on üç asır sonra
hala islamiyetin kalplerde ihtizaz husule getirmekte olduğu his olunuyor.Bu harikanın
sebebini araştırırken yalnız Muhammed'in şahsı üzerinde durmak kafi değildir.
Başka unsurları da nazarı dikkate almak lazımdır. O unsurlar, mevzuu bahs olan
adamın faaliyet sahasını teşkil eden kavmin halleridir. Her halde içtimai heyet
Muhammed'in ilk telkinlerini bati bir tekamül ile tadil ve tevsi etmiştir
Bu iddiaların gayesi Arabistan'da Muhammed'den
evvel dini bir hareket mevcut olduğunu ispata çalışmaktır. Yani Muhammed kendinden
evvel bir dini hareket sahiplerinden istifade etmişti,ve o hareketi benimsenmiştir
denmek isteniyor. Bu fikir tarihi bir esastan mahrumdur. Hakikatte cenubi Arabistan'ın
bazı mahdut havalisi hariç olmak üzere orta ve şimali Arabistan kabileleri arasında
dini bir tekamül hareketinin ufak izleri bile yoktur. Peygamberden evvel
putperestliğin haricinde bir allah tanıyan din ve mezhep saliklerini Hanif namı
altında yad ederler. Bunları Muhammed'in selefleri ve İslamiyet fikirlerinin ilk
naşirleri gibi gösterirler.
Bu Hanif kelimesi enasıl
Arapça değildir. Bu kelime İbrani, Arami ve Süryani lisanlarında hemen hemen aynı
manada olmak üzere mevcuttur. İbrani ve Arami lisanlarında Hanif kelimesinin manası
"Allahsız, dinsiz", Süryani'deki mana ise "murdar"dır. Bu manalar
daha sonraları "yalancı, mürai" ve nihayet "müşrik"
manasına tahavvül etmiştir.
Muhammed tarafından bu tabire
verilen esaslı mana " bir ve hakiki allaha tapan kimse" gibi görünüyor.
Muhammed Kuranda Hanif kelimesini oniki defa, yani altı defa Mekki surelerde ve altı
defa da Medeni surelerde kullanmıştır. bunların sekizinde Hanif tabirini İbrahim
milletini yahut İbrahim dinini tasvir ve tarif için kullanmıştır.
Hakikatte Muhammed'in ilham aldığı
ihtimali olan,bu uydurma selefler değildir. Bu ilham vericiler Arabistan'ın
Hıristiyanlığı kabul eden sekenesi arasında da değildi.Bunları Yahudiliğe meyleden
kimseler arasında aramak lazımdır.
"Lise II
Tarih" Kitabı