| | | | | |

Ana sayfaya git

Allahın Doğuşu

Muhammed ve İslamiyet

Dinin Rolü

Ropörtaj

TBMM Konuşması

Afet İnan

Başbakanın Fikirleri

ABD ve Terör

Kıbrıs

Din ve Laiklik

Foto Galeri

İlgili Hadisler

Görüş ve Eleştirileriniz İçin

            

        

KIBRIS VE ÇÖZÜMÜ ENGELLEYENLER!!!

Kasım 2002

 

            Annan planı açıklanmadan önce de zaman zaman bu konuda başta Denktaş olmak üzere, Türk tarafının haklarını savunanların isteklerini abartılı bulan ve bu isteklerin Kıbrıs’ta çözümü önlediği, dolayısıyla bunun Türkiye’nin AB’ye girişini engellediği şeklinde yorum ve yazılar yer alıyordu. Ancak bunlar münferit şekildeydi. Fakat 12 Aralık 2002 Kopenhag zirvesi öncesi ve sonrasında gazetenizde sık sık yer alan ve Türkiye’nin AB üyeliği önündeki tek engelin Kıbrıs olduğu şeklindeki haber ve yorumları üzülerek okuyoruz. 12 Aralık zirvesinden çıkan sonuca göre en iyi ihtimalle 2004 Aralık tarihinden sonra Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakereleri başlayacak. Tabi o dönemde üye sayısı da 25’i bulmuş olacak. Bu üyelerden biri de “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında birliğe üye olacak olan Rum yönetimi. Özellikle 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinden sonra Yunanistan ile siyasal alanda başlayan yakınlaşma dönemine kadar bu ülkenin Türkiye’nin üyeliği önünde en büyük engeli çıkardığı hepinizin malumu. Bu tarihlerden sonra Yunanistan’ın Türkiye’nin üyeliğini destekliyor gibi görünmesinin altında yatan gerçek amacın da Kıbrıs’ta Yunanistan ve Rum tarafının lehine bir çözümü gerçekleştirmek olduğunu biliyoruz.

Kofi Annan’ın sunduğu planın ayrıntılarını burada belirtmeme gerek yok sanırım. Ancak ana çizgileriyle, gerek birinci gerekse 10 Aralık tarihinde sunduğu ikinci plan Ada’da iki toplumlu tek bir devleti öngörüyor ve zaman dahilinde Rum ve Türklerin daha önce yaşadığı topraklara geri dönebilmesini içeriyor. Türk toplumunun kontrolü altında bulundurduğu toprak oranını da % 27-28 gibi bir düzeye indiriyor. Yine bu plana göre hazırlanacak olan yeni Kıbrıs Anayasasında Türkiye’nin AB üyeliği yönünde yapılacak oylamada Kıbrıs’ın bir engel teşkil etmeyeceği anlamına gelen bazı ifadeler var. Bunun dışında da, ilk birkaç yıl içinde kuzeyde mülkü olan Rum’ların %30’unun (daha sonra da hemen hemen tamamının) geri dönüşü söz konusu. Tabii buna benzer bir durum da Türkler için söz konusu. Ada nüfusunun yaklaşık 1/5’ini Türklerin oluşturduğunu düşünürsek, ileride her iki toplumun yönettiği kesimlerde Türk ve Rumların nüfus dağılımının 1960 Cumhuriyeti dönemine benzer bir şekil alacağını söylemek yanlış olmaz. Bu durumda sayıca daha az olan Türk nüfusunun güneydeki temsil oranının son derece az, buna karşılık kuzeye geçecek olan Rumların Türk nüfusuna oranı itibarıyla temsil oranının yüksek olacağı açıktır.

Planı savunanlara göre, Anan planının siyasal ve ekonomik haklar bakımından her iki kesime de tam bir eşitlik verdiği, can ve mal güvenliğini de sağladığı belirtiliyor. AB’ye girmiş bir Kıbrıs’ta bu gibi hakların korunmasının daha kolay olacağı da planın savunulmasını onlar için kolaylaştırıyor. Bütün bu hususlar görünürde son derece olumlu! gibi.

Ancaak!..

Özellikle planın kağıt üstünde olumlu gibi görünen bu özelliklerine bakıp da, yıllardan AB üyesi olan Yunanistan’daki Türklerin durumunun neden hala düzelemediği, niçin ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmeye devam ettiklerini sormak ne yazık ki kimsenin aklına gelmiyor. Batı Trakya Türkleri Lozan anlaşmasıyla azınlık statüsü kazanmışken, üstelik daha dünyada insan hakları kavramı tam anlamıyla ortada değilken bu anlaşma ile gerek Batı Trakya’daki Türkleri gerekse Türkiye’deki azınlıkların hakları en üst seviyede güvence altına alınmış olduğu halde, halâ Yunanistan’da yaşayan Türk nüfus üzerindeki baskıyı kaldırabilmiş değiliz. Kıbrıs Türklerinin en büyük güvencesi olarak AB’yi gösterenler öncelikle Yunanistan’daki Türklerin durumuna bir göz atsın.

Uluslararası bir anlaşma ile kurulan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti fiilen 1963’te (Rumların silahlı eylemleri sonucu) ortadan kalkmış ve ada 1974 Barış harekatı ile ikiye bölünmüşken, gerçekte olmayan bir devletin uluslararası hukuk kurallarına aykırı olan üyelik başvurusunu nasıl kabul edebildiğini AB’ye niçin sormuyorsunuz? Uluslararası anlaşmaları hiçe sayarak hareket eden Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi yüzünden bugün dünyadan tecrit edilmiş bir halde ayakta durmaya çalışan ve 70 milyonluk Türkiye’nin yanı başında küçük bir Anadolu şehri kadar bir nüfusa sahip olan KKTC her türlü ekonomik ve siyasi baskılara karşı koymaya çalışırken, bütün bunların sorumlusu olarak Denktaş’ı ve BM planının kabul edilemez bulanları suçlamak sizce ne anlama geliyor?

Kıbrıslı Rumların, ilerideki 15-20 yıl içinde daha önce yaşadıkları arazilerine geri döndükleri ve Ortak Kıbrıs parlamentosunda etkin bir güce kavuştukları takdirde kendi istedikleri yasal düzenlemeleri yapmayacaklarını kim garanti edebilir. Diyeceksiniz ki AB bunun güvencesi olacak. Eğer AB bu konuda bir güvence olsaydı, bu gün Batı Trakya’da, üç aydan daha uzun süre ile yurt dışında kaldıkları gerekçesi ile Yunan vatandaşlığından çıkarılan Türklerin haklarını geri verme çabası içinde olurdu. Ben AB’nin böyle bir girişimde bulunduğunu görmedim. Eğer siz görüp duyduysanız lütfen bana söyleyin. Anayasal değişikliklerin Türklerin aleyhine yapılmasına Birleşmiş Milletler engel olacak da diyebilirsiniz. Tabi BM’nin bundan önce dünyanın diğer köşelerindeki insan hakları ihlallerinde takındığı tavırları iyice gözden geçirdiyseniz. Tamamıyla Rumların yönetimine girmiş bir Kıbrıs’ta Türkiye’nin ne kadar söz hakkı olabileceğini ve Kıbrıs’ın çok da uzak olmayan bir gelecekte Yunanistan ile bütünleşme arayışı içen girmeyeceğini söyleyebilir misiniz? Bu yazdıklarımı belki de (Sayın Civaoğlu’na göre Denktaş’ta olduğu gibi) travma ya da paranoya belirtisi olarak görebilirsiniz. Ama neyin travma, neyin paranoya olduğunu anlayabilmek ve gelecekte olması muhtemel olan şeyleri iyi tahmin edebilmek için aklımızı tarihin süzgecinden geçirmekte yarar var sanırım.

Şimdi Kıbrıslı Rumların eline tam istedikleri gibi bir fırsat geçti. Bu güne kadar ekonomik, siyasal ve kültürel ambargolarla ezilen Türklerin ağzına bir parmak bal çalarak onları kendi yanlarına çekmeye başladılar bile. Bilinç altında yıllardır çektiklerinin sorumlusu olarak hep Türkiye’yi suçlayan bir kısım Kıbrıs Türkü (Kıbrıs’ta askerliğini yapan ve orayı zaman zaman ziyaret eden tanıdıklarımdan, oradaki Türklerin, Türk askerlerine hiç de iyi gözle bakmadığını duymuştum.) artık bunu daha açık olarak ifade etmeye başladı. Rum tarafının sözde ekonomik açılım paketi, zaten yıllardan beri baskı altında yaşayan Türkler tarafından tek kurtuluş yolu gibi görülüyor. Bir de Türkiye medyasında yer alan ve Kıbrıs’ı Türkiye’nin AB üyeliği önünde bir engelmiş gibi gösteren haber ve yorumlar Türkiye kamuoyunu gizliden gizliye Kıbrıs Türkü’ne cephe almaya yöneltiyor. (Burada Türkiye’nin AB üyeliğine engel olan bizden kaynaklanan asıl nedenleri sıralamak herhalde gereksiz olur.) Türk dış politikasının yıllardan beri söylediği gibi, Türkiye’nin AB üyeliği ile Kıbrıs meselesi arasında doğrudan bir ilişki kurmak son derece yanlış. Üstelik uluslararası anlaşmaları hiçe sayarak, Ada’nın sadece bir kısmında söz hakkı olan bir toplumun, Ada’nın bütününü ilgilendiren bir konuda yetki gaspı yapmasına hiç sesini çıkarmayan AB ülkelerinin bu konuda bir bağlantı kurmalarını ise anlamak mümkün değil. Hele Türkiye medyasında söz sahibi olan etkin kalemlerin bu yönde yorumlar yapması ise son derece mantıksız. AB üyeliğine daha başvuruda bulunduğu anda, üyeliğe kabul edileceği kesinleşen Kıbrıslı Rumların, bir oldu bittiye getirerek (BM’yi de buna alet ederek) Kıbrıs’ın bütününde söz sahibi olacakları bir çözümü dayatacakları ortadayken, o günlerde buna ses çıkarılmamasını da anlamakta güçlük çekiyorum.